DÜNYA HAYATI
Yaşadığımız evrende herşey mükemmel bir uyum içerisindedir. Bilinen yaklaşık
300 milyar galaksi, içlerinde bulunan yaklaşık 300'er milyar yıldızla son
derece düzenli şekilde varlıklarını sürdürmektedirler. Öyle ki tüm galaksiler,
yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları
sistemlerle birlikte belirli yörüngelerde dönmektedirler. Böyle bir düzenin oluşması,
hiçbir şekilde rastlantılarla açıklanamaz.
Üstelik evrendeki hız
kavramı, dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akıl almaz boyutlardadır.
Milyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler, galaksiler ve galaksi
kümeleri uzay içinde müthiş bir süratle hareket ederler. Üzerinde yaşadığımız
Dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni etrafında, 108.000 km. hızla Güneşin
etrafında döner. Güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati
saatte 720.000 km. iken, Samanyolu galaksisinin uzaydaki hızı saatte 950.000
km.dir. Durmaksızın devam eden hareket öylesine yoğundur ki, Dünya ve Güneş
Sistemi her sene bir önceki sene bulunduğu yerden 500 milyon kilometre kadar
uzaklaşır.
İşte biz de son derece
astronomik hızlarda hareket eden bu gök cisimlerinden birinde yaşamımızı
sürdürüyoruz. Üstelik üzerinde bulunduğumuz Dünya tüm evrenle kıyaslanınca son
derece küçük ve sıradan kalır.
Bu inanılmaz dengeler,
aslında Dünya üzerindeki hayatın pamuk ipliğine bağlı olduğunu ortaya koymaktadır.
Gök cisimlerinin hareket ettikleri yörüngelerdeki milimetrik değişimler,
kaymalar bile çok önemli sonuçlar doğurabilir. Hatta öyle ki, Dünya üzerinde yaşamak
mümkün olmayabilir. Böylesine büyük bir dengeye ve hıza sahip bir sistem içinde,
korkunç kazaların oluşması da oldukça mümkün görünmektedir. Ama şu an için
böyle kazalar çok ender olmakta ve düzen bozulmadan hayat devam etmektedir.
Allah'tan bir nimet olarak Dünyanın dönüş hızını dahi hissetmeyiz, Dünyayı
çevreleyen tehlikelerden habersiz şekilde çok kararlı ve güvenli bir sistemin
içinde gibi hayatımızı sürdürürüz.
İşte bazı insanlar bu
anlatılanları fazla düşünmezler; düşünmedikleri için de gerçekte ne derece olağanüstü
koşullarda hayat sürdürdüklerini fark edemezler. İçinde yaşadığımız evrenin
belli bir amaçla var edilmiş olduğunun kendileri için ne kadar önemli olduğunu
bilmezler. Bu dünyada neden bulunduklarını, bu kadar hassas dengenin evrende
nasıl oluştuğunu merak bile etmeden yaşayabilirler.
Halbuki insanı insan
yapan en temel özellik düşünme yeteneğinin ve düşündüklerinden sonuç çıkarabilecek
bir aklının olmasıdır. İnsan neden yaşadığını, dünyanın ne amaçla yaratıldığını,
evrendeki dengelerin kim tarafından kurulduğunu düşünmeden gerçeklere ulaşamaz.
Tüm bu anlatılanları düşünüp
kavrayabilen kişinin karşısına ise açık bir gerçek çıkar: İçinde yaşadığımız
evreni tüm hassas dengeleriyle üstün akıl sahibi Yaratıcımız olan Rabbimiz
yaratmıştır. Evrenin içinde son derece küçük bir yer kaplayan Dünya ise tüm
küçüklüğüne rağmen büyük amaçlarla yaratılmıştır. İnsanların yaşantıları içinde
herşeyin bir amacı vardır. Kainattaki her noktada Yüce Allah'ın sınırsız
gücünün ve benzersiz aklının tecellileri görülmektedir.
Allah insanların
yeryüzünde bulunuş amaçlarını da, Kuran'ı Kerim'de şöyle bildirmiştir:
O, amel (davranış ve eylem)
bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı
yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Şüphesiz
Biz insanı,
karmaşık olan
bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. (İnsan Suresi, 2)
Allah yeryüzü üzerinde
herşeyin bir amaç ile var edildiğini de yine Kuran'la bize haber vermiştir:
Biz, bir 'oyun ve oyalanma
konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. Eğer
bir 'oyun ve oyalanma' edinmek isteseydik, bunu, Kendi Katımız'dan edinirdik.
Yapacak olsaydık, böyle yapardık. (Enbiya Suresi, 16-17)
Dünyanın Sırrı
Allah dünya hayatını, insanlardan hangilerinin daha güzel davranışlarda bulunacağını, kimlerin sadakat
gösterip, Kendisi'ne bağlı kalacağını denemek için yaratmıştır. Başka bir deyişle dünya, Allah'tan
korkup sakınanlarla,
O'na nankörlük edenleri ayırt etmek için hazırlanmış bir imtihan yeridir. Bu imtihan yerinde
güzelliklerle çirkinlikler, iyiliklerle kötülükler, eksikliklerle
mükemmellikler biraraya konmuş ve kusursuz bir imtihan sistemi kurulmuştur. İnsanlar, imanlarının ortaya çıkması için türlü şekillerde denenmektedirler. Sonuçta da Allah'ı hakkıyla tanıyıp, takdir edebilenler inkarcılardan ayrılacak ve kurtuluşa ereceklerdir. Bu gerçek
Kuran'da şöyle
bildirilmiştir:
İnsanlar, (sadece) "İman
ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun,
onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve
gerçekten yalancıları da bilmektedir. (Ankebut Suresi, 2-3)
Bu imtihanın sırrını anlamak için öncelikle evrene tamamen hakim olan
Yaratıcımızı çok iyi tanıyabilmek gerekir. O
Yaratıcı, gökleri, yeri ve bu ikisi arasındaki herşeyi yoktan var eden, her varlığın Kendisi'ne muhtaç
olduğu,
hiçbir şeye
ihtiyacı
olmayan ve bütün eksikliklerden uzak olan Allah'tır. Allah insanı yoktan var etmiş, ona sayısız özellikler ve nimetler vermiştir. Hiçbir insan işitmeyi, görmeyi,
yürümeyi, sinir ve kas sistemlerini düzenli olarak çalıştırabilmeyi, solunum sistemi oluşturup nefes almayı ve bunun gibi yaşam için şart olan sayısız özelliklerini kendi başına elde etmemiştir. Daha insan bunları idrakten bile yoksunken Allah bu sistemleri onun
vücuduna yerleştirmiştir.
Tüm bu nimetlerin karşılığında
insanlardan istediği ise, Kendisi'ne kulluk etmeleridir. Fakat insanların birçoğu
ayette bildirildiği üzere, "zalim ve nankör" bir karakter göstererek
Rabbimiz'e şükretmeyi, O'na boyun eğmeyi ve itaat etmeyi unuturlar, O'nun koyduğu
sınırları çiğnerler. Kendilerinin büyük bir güce sahip olduklarını, bu dünyadan
çok uzun bir süre ayrılmayacaklarını düşünürler. (Allah'ı tenzih ederiz)
Bu yüzden de tüm amaçları
dünyayı yaşamaya yöneliktir. Ölümü unutur, ölümden sonraki yaşantıları için
hiçbir hazırlık yapmazlar. En büyük amaçları, imkanları elverdiğince
kendilerine iyi bir yaşantı sağlamak, burada geçirdikleri her anı kendilerince
en iyi şekilde değerlendirmektir. Bu gibi insanların dünyaya olan bağlılıklarını
Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Gerçek şu ki bunlar,
çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar.
(İnsan Suresi, 27)
Allah'ı unutmuş olan inkarcılar yaşamları boyunca böyle bir çaba
içindedirler, ama ayette ifade edildiği gibi bu dünyanın önemli bir sırrı vardır; dünya hayatı çarçabuk geçmektedir. Dünyaya bağlananların unuttukları, düşünmeye yanaşmadıkları, hatırlatıldığında kaçtıkları bir konudur bu. Ancak ne
kadar kaçmaya çalışsalar da ölümle birlikte dünya hayatının sona ereceği hiç değişmeyecek bir gerçektir.
"İnsanın cennette mutlu olabilmesi için dünya
eğitilmesi yani imtihandan geçmesi gerekir."
ADNAN OKTAR: İnsan eğer doğrudan cennete giderse mutlu olmaz,
mutlaka dünyada bu eğitimden geçmesi gerekiyor. Eğer doğrudan cennete giderse
Hz. Adem ve Havva'nın konumu gibi olur, ki mutlu değillerdi cennette onlar. O
anlamda mutlu olmadılar, yenilik arıyorlardı. Mesela Allah'a verdikleri sözü
tutamayacak duruma geldiler ama eğitimden geçtikten sonra insanlar, yani acıyı,
zorluğu, çileyi, sadakati, sabrı, cesareti, vefayı her türlü güzel ahlakı
gördükten sonra, cennette sonsuza kadar çok mükemmel ahlakta oluyorlar.
Cehennem cennettekilere,
bir ekrandan sürekli gösterilir. Bu da her an hallerine şükretmelerini
sağlıyor. Adem'e cehennem hiç gösterilmedi yani cehennem ekranını görmedi
cennette Hz. Adem. Eğer görseydi, tabii takdir Allah'ın, kim bilir nasıl olurdu
tavrı ama kaderi öyleydi. Cennetin mükemmelliği için, cennette insanların mutlu
olması için, mutlaka dünyadaki bu eğitimden geçmeleri gerekiyor ve mutlaka
cehennemden haberdar olmaları gerekiyor. (Adnan Oktar'ın Kanal-35'deki
Röportajından, 1 Şubat 2009)
ADNAN OKTAR: İnsanlar cennete direkt konmuş olsalar olay
çıkartırlar. Allah mesela Hz. Adem'i koyuyor Hz. Havva'yı koyuyor, şeytanı
koyuyor cennete, sonucu görüyoruz. Eğitilmeden girdin mi böyle oluyor. Allah
onu gösteriyor bize. Hz. Adem'de ve Havva'da Allah itaat görmediğini söylüyor
Kuran'da, yani onları sebatlı görmediğini söylüyor. Verdikleri sözde sebat
etmiyorlar ama tabi şeytan farklı, onun tavrı tam psikopatça. Eğitimden
geçtikten sonra insanlar normal oluyor.
Kuran'da Cenab-ı Allah
şöyle söylüyor: "Siz Allah'tan razı olarak, Allah da sizden razı olmuş
olarak, cennetime girin salih kullarımın arasına katılın" çünkü
"Ey mutmain olmuş nefis" diyor Allah yani nefis dengelenmiş
oluyor. Biz burada dengeleniyoruz, güzel ahlakı, sevgiyi, şefkati, sabrı,
cesareti öğreniyoruz. Allah nasip ederse cennette bunlar muhabbet konusu olacak
bize.
Allah Kuran'da, "Karşılıklı
tahtlarda otururlar konuşurlar, sohbet ederler" diye bildiriyor.
Cennette ne konuşulur tabi ki dünyada yapılanlar konuşulacak. Oradaki detaylar,
onların görüntüleri gösterilecek. Oradaki muhabbet, nasıl mücadele etmiş, nasıl
çaba harcamış, nasıl güzel ahlak göstermiş, Hz. Musa ne yapmış, Hz. İsa ne
yapmış, bunları anlatacağız. O yüzden de biz bu mübarek, bu güzel insanları çok
seveceğiz. (Adnan Oktar'ın Tempo TV'deki Röportajından, 24 Mart 2009)
Birkaç Saniye mi, Birkaç Saat mi?
Bir tatil anı düşünün: Sonunda, iki saat
süren yolculuğun ardından
uzun süredir planladığınız
tatile çıkmayı başardınız ve seçtiğiniz tatil köyüne vardınız. Tatil köyü çok kalabalıktı, sizin gibi tatile çıkan yüzlerce kişi vardı etrafta. Resepsiyonda tanıdık yüzlerle karşılaştınız ve hepsiyle selamlaştınız. Daha fazla vakit kaybetmeden deniz kıyısına inmek için acele etmeye başladınız. Hemen üstünüzü değiştirerek kumsala indiniz. Karşınızda harika bir deniz ve
kumsal duruyordu. Hava ise gerçekten insanı bunaltacak kadar sıcaktı. Ve sonunda denize girip yüzmeye başladınız. Fakat yüzerken bir ses duydunuz: "Uyan!
Saat 8 oldu!"
Bir anda duyduğunuz bu
sese hiçbir anlam veremezsiniz. Duyduğunuz sesle bulunduğunuz ortam arasında bağlantı
kurmaya çalışırsınız, fakat ilk anda başaramazsınız. Sonunda yavaş yavaş
gözlerinizi açıp uyanırsınız. Gözleriniz bulunduğunuz odaya alışıp da şuurunuz
yerine geldiğinde rüya gördüğünüzü fark edersiniz. Gerçekten de çok şaşırırsınız.
"Herşey o kadar gerçekti ki, saatlerce yolculuk yaptım, masmavi denizi
gördüm, çevremde bir sürü tanıdık insanla karşılaştım, hatta şu an kış olmasına
rağmen o müthiş sıcağı bile hissettim" diye tüm samimiyetinizle şaşkınlığınızı
ifade edersiniz.
Rüyanızda çok uzun bir
vaktin geçmiş olduğunu zannetmenize rağmen tüm rüya yalnızca birkaç saniye
sürmüştür. Ne kadar aksini ispat etmek isteseniz de bunun yalnızca birkaç
saniyelik bir rüya olduğunu kabul etmek durumunda kalırsınız.
İşte çok kısa süren
dünya hayatını tüketip de ahirete giden inkarcıların şaşkınlığı da aynı bu şekilde
olacaktır. Çok uzun süreceğini zannettikleri dünya hayatı onları aldatmıştır.
Öyle ki kimi bin yıl, kimi bin yıldan da fazla hayatlarını sürdürebilecekleri
gibi bir hisse kapılmışlardır. Oysa ölümlerinin ardından diriltildiklerinde,
dünyada aslında çok az bir süre kaldıklarını anlayacaklardır. Bu durum Kuran'da
şöyle anlatılır:
Dedi ki: "Yıl sayısı
olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"
Dedi ki: "Bir gün ya da
bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor."
Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz" (Müminun
Suresi, 112-114)
10 yıl yaşamış bir insan da 100 yıl yaşamış bir insan da yukarıdaki ayetlerde ifade
edildiği gibi
dünyada en fazla bir gün kadar ömür sürdüğünü eninde sonunda fark edecektir. Tıpkı rüyadan
uyanan ve çok uzun bir tatil geçirdiğini zannederken yalnızca birkaç saniyenin
geçtiğini fark eden insan gibi... Hatta yaşadığı ömür ona öyle kısa gelecektir
ki, aşağıdaki ayette bildirildiği gibi büyük hırslarla geçirdiği ve yıllarca
sürdüğünü düşündüğü hayatının aslında bir saate sığdığına yemin dahi edecektir:
Kıyamet saatinin kopacağı
gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına
and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı. (Rum Suresi, 55)
Herkesin kesin olarak
bildiği gibi
dünyadaki yaşam süresi sınırlıdır. Bir kaç saat, bir gün, bir yıl, 30 yıl ya da 70 yıl... Ve herkes şunu da kesin olarak bilir
ki sınırlı olan herşey eninde sonunda
bitecektir. Bir insan 80 yıl da yaşasa, 100 yıl da yaşasa her geçen gün kaçınılmaz olan sona doğru ilerler. Bunun örneklerini istisnasız herkes kendi hayatında görmüştür. Düşünün ki, uzun vadeli
olarak yaptığınız her
planla eninde sonunda karşılaşmışsınızdır. Şu anda geriye dönüp baktığınızda söyleyeceğiniz ilk söz "ne kadar çabuk geçti!"
olacaktır.
Örneğin liseye başlayan
bir genci düşünün. Birinci sınıftayken liseyi bitirmesinin çok uzun süreceğini,
bu sürenin bir türlü sona ermeyeceğini düşünür. Ancak bir gün kendini liseyi ve
hatta üniversiteyi bitirmiş bulur ve birinci sınıftayken neler düşündüğünü dahi
hatırlamaz. Aklında başka planlar vardır. Belki de birkaç ay sonra yapacağı
evliliği planlıyordur ve o günün bir türlü gelmeyeceği kanaatindedir. Ama o gün
de gelir ve ondan sonra planını yaptığı başka günler de. Hatta zaman o kadar
hızlı geçer ki kişi bir anda kendini evlenmiş, çocukları ve torunları olmuş
yaşlı bir insan olarak bulur. Artık dünya hayatı için belirlenen süre dolmak
üzeredir. O büyük güne belki birkaç yıl, belki bir kaç hafta, hatta belki de
birkaç dakika kalmıştır. Ölümle birlikte insanın o çok değer verdiği, hayatı
boyunca süsleyip baktığı bedeni adeta tanınmayacak bir hale gelecektir.
Dünya hayatının geçici
bir yurt olduğu ve asıl yurdun ahiret olacağı Kuran'da bildirilmiştir. Ahirette
sonsuza kadar devam edecek olan cennet ve cehennem hayatının tüm detayları
Allah'ın vahyiyle tarif edilmiştir. Buna rağmen insan çok kısa süren bu hayata
yönelir ve nefsine fayda sağlamaya çalışır. Halbuki olayları biraz akılcı
değerlendirebilen ve gerçekleri düşünen bir insan, dünya hayatının sonsuz hayat
yanında ne kadar değersiz olduğunu görüp anlar. Ve ahirette sonsuza kadar
sürecek olan hayatını eşşiz nimetlerle dolu cennette geçirmek için çalışır.
Bunun tek yolu da ihlasla Allah'a yönelmektir. Kesinlikle gerçekleşecek olan
bitişi hiç düşünmeyip, dünya hayatının sonunu görmek istemeyenler ise -Allah'ın
dilemesi dışında- sonsuz azabı hak etmişlerdir...
Kuran'da Allah'a
kulluktan kaçınan insanların karşılaşacağı bu son şöyle bildirilmiştir:
Gündüzün bir saatinden başka
sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar
birbirlerini tanımış olacaklar. Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten
hüsrana uğramışlardır. Onlar hidayete ermiş (kimseler) değildi. (Yunus Suresi,
45)
Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin
sabrettikleri gibi. Onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki
gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamışlardır. (Bu,) Bir tebliğdir. Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı? (Ahkaf Suresi, 35)
"Ölüm kaçınılmaz bir gerçek ve herkes yapayalnız
olarak, tek başına Rabbimizin huzuruna gidecektir."
ADNAN OKTAR: ... Ölüme direnmenin mümkünü yok. Öyle bir şey yoktur. Allah'ı aşkla
sevip, sonsuz hayatta Allah ile beraber olmak, Allah aşkıyla yanmak çok
güzeldir. Allah'ın varlığı apaçık ortada. Çoğunluk dalalette olabilir. Allah;
"Çoğunluğa uyarsanız, sizi Allah yolundan saptırırlar" (Enam Suresi,
116) diyor.
Biz çoğunluğa göre
hareket etmeyiz. Çoğunluk anormal
düşünüyor olabilir. Biz ne yapacağız? Kendi aklımızla düşüneceğiz. Kuran'da,
"Yapayalnız, tek başına Bana geleceksiniz" (Meryem Suresi, 95)
diyor Allah. Bilgisayar koltuğu, annesi, babasıyla, facebook arkadaşlarıyla
gelmez. Ölür, cenaze kalabalık olur ama ölen tek başına gider mezarlıkta,
toprağın altına. İki buçuk metrenin altına koyduktan sonra, var gücüyle oradaki
belediye işçileri toprağı üstüne dökmeye başlıyorlar. Ondan sonra herşeyle
bağlantı kopuyor.
Simsiyah karanlığın
içerisinde, buz gibi toprağın içerisinde sadece bakteriler, oradaki kurtlardır
arkadaşı. Işık yoktur. Her geçen dakika vücudu şişmeye başlar. Ağzından
köpükler gelmeye başlar. Ve kadının rahmi, cinsel organından dışarı atılır
basıncın etkisiyle, davul gibi şişer. En yakışıklı, en güzel, dünyanın en güzel
kadını olsa, o akıbete uğramaktan ayrı kalamaz. En yakışıklı erkek de bu
aşamalardan geçer. Bir tek Peygamberlerde bozulma olmuyor ve velilerde. Bir
mucize olarak olmuyor. Mesela yıllar sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in
mezarı düzeltilirken, Hz. Ömer (a.s.)'ın ayağı görülmüş toprakta, olduğu gibi
duruyor mezar düzeltilirken. Geri kapatmışlar ama duruyor. Allah'ın hikmeti.
Öldükten sonra mezarda
artık ne internet sohbetleri yapabilir, ne şımarık ifadeler kullanabilir, ne
facebook arkadaşlarına gülücük işareti, hiçbir şey gönderemez. Onlar da ona
haber gönderemez. Elektrik bağlantısı vs. hiçbir şey olmaz. Parfümleri,
elbiseleri, marka kıyafetleri, ayakkabıları hepsi dolapta evde kalır, fabrikası
da orada kalır. Fabrikasına işçiler gidip gelir, devam ederler çalışmaya,
arabalarını başkaları kullanır, eşyalarını birilerine dağıtırlar ama o yerin
altında beze sarılı olarak orada durur. Ayak başparmakları birbirine iple
bağlıdır, üstten çenesi bağlanır morgdan gasilhaneye geldiğinde. Yırtarlar
Amerikan bezinden bir parçayı, kafasının üstünden geçirip, çenesinin altından
bağlarlar. Ağzından çıkacak nevaleleri durdurmak için ama tabi buna rağmen,
ağzını parçalar çıkar, mümkün değildir... (Adnan Oktar'ın 10 Aralık 2010
tarihli Kaçkar TV röportajından)
Sonuca Ulaştırmayan Bir Hırs
Dünyanın neredeyse bir "göz
açıp kapama
süresi" kadar çabuk geçtiğinden bahsettik. Ama hırsla dünyaya yönelen insanın gözönünde bulundurması gereken bir başka gerçek daha vardır ki; Allah'a iman etmediği sürece dünyada neye sahip olursa olsun asla
gerçek huzuru bulamayacaktır.
İnsan, bilinci yerine
geldiği andan itibaren sürekli birşeyler talep etmeye başlar. Öyle ki art arda
gelen bu istekler bitip tükenmek bilmez. İnsanın nefsi her an isteme halindedir
ve bu isteklerinde de sınır tanımaz. Ama tüm bu sınırsız isteklerine rağmen elindeki
imkanlar kısıtlıdır. İstediği herşeye sahip olması mümkün değildir. Ayrıca
istediği herşeye sahip olabildiğini farz etsek bile değişen bir durum yoktur.
Çünkü dünyanın en zengin insanı da olsa bu zenginlik geçicidir. En fazla yaşayabileceği
süre ortalama 70-80 senedir ve bu sürenin sonunda ölümüyle birlikte sahip olduğu
herşey elinden gidecektir.
Sınır tanımayan insan,
Allah'tan bir karşılık olarak, bir türlü çare bulunamayan bir
"tatminsizlik" duygusu içinde yaşar ve yaşamının her anında farklı farklı
isteklere kapılır. Bu isteklerini elde etmek için de büyük bir hırsla çalışır,
hatta bunlar için olmadık şeyleri göze alır. Çevresinde bulunan insanları hatta
ailesini, yakınlarını kırmayı bile göze alabilir. Fakat istediği şeyi elde ettiği
an o "sihir" bozulur. Ve müthiş arzuladığı şey her ne olursa olsun
önemini yitirir. Sanki onu elde etmek için günlerce, aylarca, yıllarca kendisi
uğraşmamıştır. Elde ettiğiyle tatmin olmayan nefis hemen başka bir isteğin peşine
düşer, bu sefer hırsla onun peşinden koşmaya başlar; ta ki onu da elde edene
kadar...
İnkarcı insanın dünya
hayatında mala, mülke kısaca çevresinde gördüğü şeyleri elde etmeye karşı duyduğu
bu hırs ölünceye kadar hiç durmaksızın devam eder. Hiçbir zaman elindekilerle
yetinip mutlu olamaz. Çünkü Allah'ı razı etmek için değil, sadece bencil
tutkularını razı etmek için istiyordur. Ve sahip olduğu herşey onun kibirini ve
büyüklenmesini artırmaktadır. Elbette Allah dünya hayatında bu derece azgınlaşıp
nefsinin peşisıra sürüklenenlerin huzurlu bir ruh haline sahip olmalarına izin
vermez.
Nitekim Kuran'da ancak
Allah'a yönelenlerin, O'nu zikredenlerin kalben kurtuluş bulabilecekleri haber
verilmiştir:
Bunlar, iman edenler ve
kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca
Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)
İnkar edenler böylesine
derin bir gaflet içindeyken, ölümü unutmuş, dünya hayatına kendilerini
kaptırmışken müminler ise her gün ölüme bir adım daha yaklaştıklarının
bilincindedirler. Yaşadıkları her an Allah için yaşar, Allah'ın rızasını
gözetir ve Allah'ın huzurunda yapayalnız durup hesap vereceklerini ve ölüm
anının giderek yaklaştığını düşünürler. Daima korku ve umut arasında Rabbimizin
kendilerinden hoşnut olması için dua ederler. Ölümü düşünmek, yakınlığını
hissetmek iman edenlerin derinliğinin ve Allah korkularının artmasına vesile
olur.
"Ölümü düşünmek insanı olgunlaştırır."
ADNAN OKTAR: Ölüm olgunluk vesilesidir; olgunluğu sağlar, sevgiyi sağlar, derinliği
sağlar, cömertlik sağlar; kişi öleceğini hatırlarsa, teşvik eder onu.
Affediciliği sağlar, affediciliğe kamçıdır ölüm. Birine, mesela; "Herkes
ölüp gidecek, sen niye böyle intikam peşindesin?" dedin mi, bir anda
ayakları yere basar. Mal biriktirme arzusu olmaz, dağıtmak ister; ölüm aklına
gelince. Ölüm aklına gelince, sonsuz olacağını, sonsuz yaşayacağını bilip kalbi
ferahlar. Allah'ı göreceğini bildiği için, onun sevincini duyar. Bütün
ahbaplarına, sevenlerine kavuşacağını umut ettiği için, inşaAllah, onun
sevincini duyar... (Adnan Oktar`ın 21 Haziran 2011 tarihli A9 TV ve Kaçkar
TV röportajından)
"Müslüman ölüm korkusu yaşamaz, ölümü güzel bir
sevinç olarak görür."
ADNAN OKTAR: Allah bu kadar da güzellik yarattığına göre niye korkalım? Ölümden
korkmayız, biz Allah'tan korkarız. Ölümü Allah'a bir kavuşma, bir sevinç olarak
görürüz.
... Müslüman Allah'ı
darıltmaktan korkar. Allah'ın rızasını kazanamamaktan korkar, Allah'ın
sevgisini kaybetmekten korkar. Allah'ın kendisini sevmemesinden korkar... (Adnan
Oktar'ın 9 Aralık 2010 tarihli Kahramanmaraş Aksu Tv ve Kaçkar Tv
röportajından)
Yaşadığımız dünyada insan gözünü
hangi yöne çevirse güzelliklerle karşılaşır ve bunları büyük beğeniyle izler. Kusursuz tasarımdaki insan vücudu,
milyonlarca çeşit bitki, tonlarca ağırlıktaki bulutların yer aldığı uçsuz bucaksız gökyüzü ve daha pek çok şey ruha zevk verecek estetik bir görünümle yaratılmıştır. Gördükleri dışında diğer duyularıyla algıladığı pek çok detay da
insana zevk verir. Güzel bir koku, tat ya da güzel ritimli bir müzik gibi.
Dalından sarkan bir
meyve, güzel kokusu ve tadıyla herkesin hoşuna gider. Yine aynı şekilde bir
çiçeğin farklı tonlardan oluşan renkleri, üzerindeki desen son derece zevk
vericidir. Güzel bir insan yüzü herkes tarafından beğeni toplar. Güzel bir ev,
son model bir araba tabi ki talep görür. İnsan, yaşamını sürdürürken bunlar
gibi daha birçok şeyi beğenip, onları elde etmek ister. Fakat bütün bu sayılanlarda
zaman içinde oluşan değişiklikler büyük bir şaşkınlığa yol açar. Çünkü bu
güzellikler anlamlarını yitirmiş, hatta artık görmek bile istemediği bir hale
dönüşmüştür.
Örneğin, meyve dalından
kopartıldıktan kısa bir süre sonra yavaş yavaş kararmaya başlar, sonra o güzel
kokusunu kaybeder. Ardından da çürür ve kötü bir koku yaymaya başlar. İnsan canlı
renkleri ve hoş kokusuyla kendisini cezbeden çiçekleri alıp evine getirir ve
bir vazoya koyar; ancak aradan bir gün geçmeden çiçeklerin renkleri solar, canlılığı,
diriliği kaybolur. 2-3 gün sonra ise çiçekler tamamen kararmış ve çürümüştür.
Dünyanın en güzel yüzüne sahip olduğunu düşündüğü insanı 60 yıl sonra görse onu
tanımakta bile zorlanabilir. O güzel insan yaşlanmış, yüzü kırışıklıklar içinde
kalmış, saçları bembeyaz olmuştur. Kısaca eski güzelliğinden eser kalmamıştır.
Ev yıpranmış, arabanın modeli eskimiş, belirli kısımları ise çoktan paslanmaya
yüz tutmuştur. Sonuç olarak dünyada insanın çevresinde gördüğü herşey kısa
zamanda bir bozulma eğilimi gösterir.
Bu durum çoğu insana
"doğal bir süreç" gibi gelir. Oysa burada çok derin bir anlam
gizlidir. Etrafımızdaki herşey sürekli olarak bozulmaya, eskimeye, çürümeye doğru
giderek, bize aslında çok önemli bir mesaj vermektedir. Bu, dünyanın geçici ve
aldatıcı bir hayal olduğu gerçeğidir.
Hepsinden önemlisi
dünyadaki tüm hayvanlar, bitkiler, insanlar yani yeryüzündeki bütün canlılar
ölümlüdür. İnsanın bu büyük gerçeğin önemini kavrayamamasının nedeni ölen
insanların ve hayvanların yerine yenilerinin doğması, doğada her yıl yeni
ürünlerin yetişmesidir. Bu gerçeği kavrayamayan insan, ölümlü şeylere hak ettiklerinden
fazla değer verir, onlar için pek çok şeyi göze alır. İstediği şeylere
"sahip olmak" tutkusu ile yaşar. Oysa herşeyin tek sahibi Allah'tır.
O dilediği sürece canlılar var olur, dilediği anda da yok olur, ölürler.
Allah insanların dünyanın
aldatıcı yönüne kanmamaları, dünya hayatının gerçeğini düşünmeleri için
Kuran'da çeşitli örnekler vermiştir:
Dünya hayatının örneği,
ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği
ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada)
gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş
gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk
için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)
Ayette bildirildiği gibi
dünya üzerinde güzel olan ne varsa bir gün güzelliğini kaybedecek ve hatta yok
olacaktır. Ancak bunu bilmek yeterli değildir; bu gerçek, üzerinde derin düşünülmesi
gereken bir konudur. Çünkü Allah bu tür örnekleri "düşünen insanlar"
için açıkladığını bildirmiştir. İnsan akıl sahibi bir varlık olarak, düşünmek,
düşündüklerinden sonuç çıkarmak ve yaşamının amacını bulmakla yükümlüdür.
"Düşünmek" ve
"akletmek" gibi önemli vasıfları üzerinde taşımayan insanın ise
hayvanlardan bir farkı kalmaz. Hayvanlar da doğarlar, büyürler, çoğalırlar,
kendilerine göre bir yaşam sürerler. Ama nasıl ve neden yaratıldıklarını, bir
gün öleceklerini, öldükten sonra nasıl bir hayatla karşılaşacaklarını düşünmezler.
Dünyanın gerçek yüzünü görüp, hakiki amacını kavrayıp anlamaya çalışmazlar.
Elbette hayvanların
böyle davranması doğaldır, çünkü onlar "akıl sahibi" olarak yaratılmamışlardır.
Yaratıcı'nın varlığını kavrama, yaratılışın gayesini araştırmakla sorumlu
tutulmamışlardır. Ancak insan sorumludur; Rabbimiz olan Allah'ı tanımakla,
O'nun kendisinden istediklerini öğrenip uygulamakla, gerçek yurdunun dünya
olmadığını, dünyanın "göz açıp kapayıncaya kadar" kaybolacak bir
hayat olduğunu anlamakla sorumludur.
Bu gerçekleri kavrayan
insanın tavrı ise, gerçek yurt olan ahirete hazırlık yapmak, yaşamını yalnızca
Allah'ı hoşnut edecek yollar arayarak geçirmek olacaktır.
Aksi takdirde dünyada da
ahirette de azapla karşılaşabilir. Zengin olur, ama sahip oldukları ona
mutluluk getirmeyebilir. Güzel olur, ama güzelliği başına bela olabilir. Ünlü
olur, ama bir gün yalnız kalabilir, en zor günlerinde yanında dostum dediği
insanları bulamayabilir.
"İnsanların büyük bir bölümü ölüme çok yakın olmalarına
rağmen, ölümü hiç akıllarına getirmezler."
ADNAN OKTAR: Hud Suresi 15. ayette, "Kim dünya hayatını ve onun
çekiciliğini isterse onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz" buyrulur
yani sadece dünyada yaşamayı isterse, ahireti istemezse yapıp ettikleri onlara
tastamam ödeniyor. "Süs, araba, canları ne istiyorsa veririm" diyor
Allah. "Ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar", hepsini
alırlar diyor Allah. "İşte bunların ahirette kendileri için ateşten
başkası yoktur" ama ahirette başka hiçbir şey vermem diyor çünkü nankörlük
yapmış oluyor. Bazı kişiler var, 60-65 yaşına gelmiş ama hala sadece
balıklardan, kuşlardan, keyfinden bahsediyor ama 10 dakika, "Bu nasıl
oldu" diye düşünmeye ayırmıyor. Sadece eğlencesinden bahsediyor. "Ne
kadar güzel yiyecekler var" diyor. "Gök ne güzel, dağlar ne
güzel" diyor. Peki bunları kim yarattı? "O beni ilgilendirmez"
diyor. Böyle denilir mi, böyle şey olur mu?
Ben burada bir ziyafet
vereceğim, o da yiyip, içip, çekip gidecek. Adama soracaklar "Sana bu ziyafeti
kim verdi?" diyecekler, "Bana ne?" diyecek. Bir daha ben onu
çağırır mıyım buraya. Kim çağırır öyle birini. Bir nezaketi vardır, bir
teşekkürü vardır. Allah "Bir daha çağırmam" diyor o zaman. Ayette, "Onların
orada dünyada bütün istedikleri boşa çıkmıştır.'' buyuruyor Allah.
Arabası öldükten sonra
kapıda kalıyor. Cenaze kaldırılıyor; "Ceketini kime verelim, pantolonunu
kime verelim" ya da "Arabayı kim satacak" diye düşünüyorlar.
Evini müze yapıyorlar bazı ünlü kişilerin de. Bir zamanlar yandan pozlar veren,
pırıl pırıl kıyafetleri olan biri ama şimdi nerede o kişi? Duruyor evi bakın.
Son model arabalarının hepsi duruyor ama kendi yok ortada. Kendi nerede? İki metre toprağın altında, hiç kıpırdamadan yatıyor, karanlığın içinde.
Arkadaşı ise artık kurtlar mikroplar, başka bir şey yok.
Mesela genç bir kız veya
bir delikanlı oluyor tam diskoda eğlenirken kalbi duruyor, yığılıp kalıyor.
Diskoda hayat devam ediyor hala ama o, morgda. Morgdan da toprağın altına.
Mezarın altında arkadaşlarıyla bağlantı kuramıyor, kablo da yok, ışık da yok.
Su kayağı da yapamıyor. Ağzına burnuna toprak doluyor. Yiyeceği sadece
topraktır.
Günde üç vakit yemek
yemek, arkadaşlarla ızgara yapıp eğlenmek yok. O tek lokma yiyemez orada.
Sadece toprak yiyebilir. Işığın esamesi yoktur. Sadece ona azap yapanların
ışıklarını görebilir o kadar. Başka bir şey göremez. Ama bunu düşünmüyor tabi
bazı insanlar. Gününü gün etme peşinde. Ölümü hiç akıllarına getirmiyorlar.
Ölüm, bir kuş için bir böcek için ne kadar mukadder ise, sivrisinek için ne
kadar mukadder ise bir insan için de aynı şekilde mukadderdir.
Hiç ölmez havasında çoğu
insan. Sanki çelikten, demirden yapılmış gibi. Oysa insan acizdir, anında ölür.
Çok zayıf bir varlıktır. Beyninde bir şey oluyor ölüyor, kalbinde bir şey
oluyor ölüyor. Karaciğerinde tümör çıkıyor, vücut devriliyor. Gücü yetmiyor.
Küçük bir pıhtı devirmeye yetiyor insanı.
Herkes birbirine ahireti
unutturmaya çalışırsa veya büyük çoğunluk unutursa bu olmaz. Ahiret bir gerçek,
Allah bir gerçek. Beynimizin içi simsiyah bir karanlık, kemikten kutu gibi.
Beynimizin içindeki ışığa bakın. Nasıl aydınlık değil mi kafamızın içi ama
beynin içi kapkaranlık. Beyinde olmuyor mu bu görüntü? Hangi televizyonda var şu kalitedeki görüntü. Hangi
fabrika yapabilmiş? Beyindeki küçük bir et parçası yapıyor bunu. Allah o eti
vesile ediyor. Bütün dünya bir araya gelse de hala o küçük etin yaptığını
yapamıyorlar. Şu ses kalitesine bakın. 3 boyutlu. Stereo sistemden daha
gelişmiş. Hışırtı da yok. En kaliteli ses cihazlarında oluşmuyor bu.
Mükemmel şekilde kokuyu
alıyoruz, sesi duyuyoruz, düşünüyoruz, görüntüyü mükemmel alıyoruz. O küçücük
mağaramızda mutlu yaşıyoruz. Ama kimileri "bana ne" diyor. Sen bana
ne dersen bir daha o nimeti Allah sana vermez... (Adnan Oktar'ın 25 Temmuz
2010 tarihli Kanal Avrupa röportajından)
Dünyanın Geçiciliğine Kuran'dan Örnekler
Allah Kuran'da
"dünya hayatının
geçiciliği"
ile ilgili pek çok örneği bize bildirmiştir. Ayetlerde, hem geçmişte yaşamış insanların ve toplumların başlarına gelen olaylar ibret verici birer örnek olarak
anlatılmış, hem de dünya hayatının gerçek yüzü insanların zihinlerinde canlandırabilecekleri şekilde örneklendirilmiştir. Kehf Suresi'nde anlatılan iki "bağ sahibi"nin durumu, bu örneklerden biridir:
Onlara iki adamın örneğini
ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık
ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş ondan
(verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık.
(İkisinden) Birinin başka ürün(veren yer) leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken
arkadaşına dedi ki; 'Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından
da daha güçlüyüm.' Kendi nefsinin zalimi olarak bağına girdi (ve): 'Bunun
sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum' dedi. 'Kıyamet saatinin kopacağını
da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndüonun suyu dibe göçüverir de böylelikle
onu arayıp bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin.'
(Derken) Onun ürünleri
(afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı kendisi de şöyle diyordu: yıkılmış durumdaydı kendisi de şöyle diyordu: 'Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım.' Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu
kendi kendine de yardım edemedi. İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık dostluk) hak olan Allah'a aittir.
O sevap bakımından hayırlı sonuç bakımından hayırlıdır.
Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri
birbirine karıştı,
böylece rüzgarların savurduğu çalı çırpı oluverdi. Allah, herşeyin üzerinde güç
yetirendir. Mal ve çocuklar dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 32-46)
Bu kıssada insanın dünya hayatındaki gücüne aldanarak
böbürlenmesinin ne kadar akılsızca bir tavır olduğu, çünkü Allah'ın o gücü
anında yok edebileceği vurgulanmaktadır. Aynı gerçek, bir başka kıssada
"bahçe sahipleri" örneği ile anlatılır,
Gerçek şu ki, biz o bahçe
sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah
vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka
devşireceklerine dair and içmişlerdi. (Bu konuda) Hiç bir istisna yapmıyorlardı.
Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela' onun
üstünü sarıp-kuşatıverdi. Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi.
Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler. "Eğer ürününüzü
devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın." Derken, aralarında fısıldaşarak
çıkıp-gittiler: "Bugün sakın oraya hiç bir yoksul girip de karşınıza
çıkmasın." (Yoksulları) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden
gittiler. Ama onu görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız"
dediler. "Hayır biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık."
(İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı)
Tesbih edip yüceltmemiz gerekmez miydi?" dediler ki: "Rabbimiz Seni
tesbih eder yüceltiriz; gerçekten bizler
zalimmişiz." Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar.
"Yazıklar bize gerçekten bizler azgınmışız" dediler. "Belki
Rabbimiz onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz yalnızca Rabbimize rağbet
eden kimseleriz." İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise muhakkak çok daha
büyüktür; bir bilseler. (Kalem Suresi, 17-33)
Dikkat edilirse,
Kuran'da dünya hayatına aldanıp doğru
yoldan sapan insanlar olarak anlatılan kişiler, Allah'ın varlığını inkar eden "ateist" kişiler değildir. Allah'ın varlığını bilen ve kabul eden,
ancak O'nu anmaktan uzaklaşmış kişilerdir. Hataları, Allah'ın kendilerine nimet olarak verdiği imkanları kendilerinin çok doğal bir hakkıymış gibi görerek, büyük bir
kibire kapılmalarıdır. Allah'ı ve O'nun gücünü sadece sözde kabul ederler, ama
kalpleri kendi gururları, kibirleri, hırsları ve
bencillikleri ile doludur.
Allah Kuran'da, bu gibi
insanlara örnek olarak, Hz. Musa'nın kavminin, yani Allah'a inanan bir toplumun
içinden çıkmış olan Karun'u örnek verir. Hem Karun hem de ona özenerek dünya
hayatına aldananlar, Allah'a sözde inanan, ama dünyanın büyüsüne aldanarak O'nu
unutan kimselerdir:
Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın
kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik
ki, onun anahtarları birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır
geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak
sevince kapılanları sevmez. Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara,
dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi,
sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk
yapanları sevmez." Dedi ki, "Bu bende olan bir bilgi dolayısıyla bana
verilmiştir." Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki kuşaklardan
kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok
olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu günahkarlardan kendi günahları
sorulmaz. Böylelikle kendi ihtişamlı- süsü içinde kavminin karşısına çıktı.
Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri
bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir' dediler. Kendilerine
ilim verilenler ise : 'Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih
amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası
kavuşturulmaz" dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik.
Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o kendi,
kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı
dileyenler, sabahladıklarında: 'Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını
genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş
olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten küfre sapanlar
felah bulamaz demeye başladılar. İşte ahiret yurdu, Biz onu, yeryüzünde
büyüklenmeyi ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere kılarız. Sonuç da takva
sahiplerinindir. Kim bir iyilikle gelirse, artık onun için ondan daha hayırlısı
vardır; kim de bir kötülükle gelirse, artık kötülükleri yapanlar, yalnızca
yapmakta olduklarıyla karşılık görürler. (Kasas Suresi, 76-84)
Görüldüğü gibi Karun'un hatası, kendisini Allah'tan bağımsız, ayrı bir güç gibi görmesi,
Allah'ın
denemek amacıyla kendisine verdiği güç ve imkanı, kendisinde olan bir üstünlükten dolayı "hak ettiğini" sanmasıdır. Oysa tüm insanlar sadece Allah'ın kullarıdır ve O'nun Katında hiçbir şeyi "hak etmiş" olmazlar; insanlara verilen herşey, sadece ve sadece
Allah'ın
lütfudur. Bunun farkında olan insan, Allah'ın verdiği nimetler karşısında azgınlaşmaz, şımararak sevince kapılmaz; sadece Allah'a şükreder ve bu şükrün sevincini yaşar. Bir insanın tüm dünyada yakalayabileceği en üstün ve en asil
sevinç de budur. Karun ve Karun'a özenenler gibi olanlar ise, ancak Allah'tan
gelen felaketlerle içine düştükleri yanılgının farkına varırlar. Bu felaketlere bile aldırmayıp aldanışlarını sürdürürlerse, bu durumda varacakları yer Allah'ın ebedi azabıyla dolu cehennem olacaktır.
Bir ayette bu gerçek şöyle
haber verilir:
Bilin ki, dünya hayatı ancak
bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir
övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusu'dur. Bir yağmur
örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir,
sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer çöp
oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk
(rıza) da vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka birşey değildir.
(Hadid Suresi, 20)
"Dünya hayatındaki başarılar ve kazançlar büyüklük
hissi için istenilmez."
ADNAN OKTAR: Bakın Cenab-ı Allah diyor ki, Nur Suresi 37. ayet.
"(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı
zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp
alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak
bullak olacağı) günden korkarlar." Allah korkusunu yaşayan insanlardan
bahsediyor, Allah ne diyor? Ticaret, alışveriş. Okul, evlilik, eğlence hiçbir
şey insanı Allah'ı anmaktan alıkoymaz. Mesela düğüne gidiyor, unutuyor. Oysa
her an Allah canını alabilir. Düğündeki o sesi, o görüntüyü beyninde yaratan
kim? Allah. O eğlence ortamını Allah beyninde sana göstermese sen onu görebilir
misin? Göremezsin. Orada şımarmanın, unutmanın alemi ne?
Okula gidiyor, mesela
üniversite imtihanını kazanıyor ya da birinci olunca çok büyük bir olay olacak
zannediyor. Bambaşka bir ruh halinde yaşıyor, herkesi geçmiş olmanın, herkesi
ezmiş olmanın heyecanı oluyor içinde. "Amacın ne?" diyoruz.
"Allah rızası için mi yapıyorsun bunu? İslam'a Kuran'a hizmet için
mi?" "Yok insanları geçmek, daha büyük olmak, onların haset etmeleri
çok hoşuma gidiyor" diyor.
Halbuki insan okulu da,
işi de "insanlar haset etsin" diye istemez. Okul da, iş de, evlilik
de, bütün hayatın tamamı Allah rızası için yapılır. Kendi kafasına göre hareket
ederse mutsuzluk, neşesizlik, acı, korku, gerilim, hastalıklar da başından
eksik olmaz.
Allah mutlaka görür.
"Allah görmeden ben bunu yaparım" veya "Fazla düşünmezsem, Allah
da bana bir şey yapmaz" mantığı da olmaz. Allah verdiği akıldan insanları
sorar, sorgular. Aklın hakkını vermekle yükümlüdür her insan. (Adnan
Oktar'ın 17 Nisan 2010 tarihli Kahramanmaraş Aksu TV röportajından)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder