16 Mayıs 2015 Cumartesi

Yaşlılık

Zamanın yıpratıcı etkisi herşeyde gözle görülür biçimde fark edilir. En son model diye alınan bir araba birkaç sene içinde çizilir, arızalanır ve kaçınılmaz olarak eskir. Çok beğenilen bir ev, 5-10 sene sonra (eğer bakım yapılmazsa) boyaları dökülmüş, eski görünümlü bir harabeye dönüşür. Ancak tüm bunların yanında en büyük yıpranmaya insan kendi bedeninde şahit olur. Geçen yıllarla birlikte insanın çok değer verdiği bedeni, geri dönülemez bir biçimde hasar görür. İnsanın belirli bir zaman süreci içinde geçirdiği bu değişiklik Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Allah sizi bir za'ftan yarattı, sonra (bu) za'fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za'f ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç yetirendir. (Rum Suresi, 54)


Yaşlılık çoğu zaman, düşünülmek istenmeyen, hayata dair planlara dahil edilmeyen bir dönemdir. İnsanların çoğu fiziksel birtakım acizlikler içinde geçirecekleri yaşlılık dönemini mümkün olduğu kadar akıllarına getirmemeye çalışır. Zaman zaman konusu açıldığında ise çok şiddetli bir korkuya ve endişeye kapılırlar, ama kısa bir süre içinde yine hiçbir şey yokmuş gibi günlük yaşamlarına devam ederler. Yaşlanacaklarını akıllarına getirmek istememelerinin en büyük nedenlerinden biri, bu düşüncenin dünyada sonsuza dek yaşayamayacaklarını kendilerine hatırlatıyor olmasıdır. Bu yüzden eninde sonunda karşılaşacaklarını bilseler de yaşlılığı çok az düşünürler. Önlerinde uzun seneler olduğunu, yaşlanmanın ve ölümün çok ileride olacağını varsayarlar. Kuran'da kimi insanların içerisine düştüğü bu yanılgı açıkça belirtilmiştir:

Evet Biz onları ve atalarını yararlandırdık; öyle ki ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi… (Enbiya Suresi, 44)

Bazı insanların içine düştüğü "yaşlılığı uzak görme yanılgısı"  onları hayatları boyunca oyalar.  Çünkü kaç yaşında olursa olsun yetişkin her insan şeytanın kandırmasına uyup daha önünde çok uzun bir ömür olduğunu zanneder. Oysa yıllar hızla akıp geçer. Dönüp geride kalan hayatına baktığında aklında belli-belirsiz hatıraların kaldığını görür. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde başından geçen iyi ve kötü olayları, onu heyecanlandıran şeyleri, aldığı önemli kararları, hırsını yaptığı, ulaşmak için yıllarını verdiği amaçları, daha sonra zorlukla hatırladığında, onun için hepsi birer anıdan ibarettir. Bu nedenle çoğu zaman "koca bir hayatı" anlatmak, en fazla birkaç saat alır. İyice yaşlanmış ve ölümün kıyısına gelmiş insanların hangisine sorarsanız sorun, ömrün bir göz çarpması gibi son derece kısa ve hızlı geçtiğini söyleyecektir.
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" (Mü'minun Suresi, 112)

Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." (Mü'minun Suresi, 113)

Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," (Mü'minun Suresi, 114)

Sadece birkaç saniye düşünerek kavranabilecek bu gerçek, insanı hayatının hangi döneminde olursa olsun durup bir karar almaya sevk etmelidir. Örneğin, 40 yaşında olan bir insan 65 yaşına kadar yaşamayı umuyorsa bilmelidir ki önünde kalan 25 sene, geçirdiği 40 sene kadar çabuk geçecektir. Aynı kişi 90 yaşına kadar da yaşayacak olsa, değişen hiçbir şey olmayacaktır. Çünkü önünde kalan yıllar uzun da olsa, kısa da olsa eninde sonunda tükenip sona erecektir. İşte bu noktada insanın yaşlanması, dünyanın geçici bir mekan olduğunun en keskin hatırlatıcılarındandır. İnsan ne yaparsa yapsın, bu dünyadan bir daha geri dönmemek üzere ayrılacaktır.

O halde insan, ön yargılarını bir kenara bırakıp kendi hayatı hakkında daha gerçekçi düşünmelidir. Öncelikle belirttiğimiz gibi zaman çok hızlı geçmekte ve geçen her gün insanı daha genç ve dinamik bir yapıya değil, ayette bildirildiği gibi "bir za'fa" düşürmektedir. Kısacası yaşlanmak, insanın acizliğinin önemli bir göstergesidir. İlerleyen zamanın insan bedeni ve zihni üzerinde yarattığı bozucu etki apaçık bir gerçektir. Kuran'da insanın yaşlılıkla birlikte içine düştüğü acizlikten şöyle bahsedilmiştir:

Allah sizi yarattı, sonra sizi öldürüyor, sizden kimi de, bildikten sonra bir şey bilmesin diye, ömür en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphesiz Allah bilendir, herşeye güç yetirendir. (Nahl Suresi, 70)

Tıbbi olarak yaşlılığa "ikinci çocukluk dönemi" de denmektedir. Çünkü vücutta meydana gelen bozulmalar, tıpkı bir çocuk gibi bakıma ve korunmaya muhtaç bırakır insanı. Nitekim bu yaşlarda, fiziksel ve ruhsal açıdan çocukluk dönemine ait bariz özellikler ortaya çıkmaktadır. Yaşlı bir insan, gençken fiziksel olarak rahatlıkla güç yetirebildiği pek çok işi yapamaz. Veya gençken çok güçlü bir hafızaya sahip olsa bile, yaşlandığında hafızasında doğal bir gerileme oluşur. Bu örnekler her konu için çoğaltılabilir. Ancak sonuç olarak belli bir yaştan sonra her insanda görülen fiziksel ve zihinsel çöküş kişiyi bir nevi çocukluk haline geri dönüştür.



Kısacası insan, hayatına çocuk olarak başlar ve bir dönem sonra tekrar çocukluğa dönerek hayatını noktalar. Bu süreç, şüphesiz gelişigüzel oluşmuş değildir. Allah dileseydi insanı ölene kadar genç yaşatır, vücudunda hiçbir eksiklik ya da hastalık yaratmazdı. Ama Allah yaşlılık döneminde insanda fiziksel birtakım eksiklikler yaratarak, ona bu dünyanın geçiciliğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Aynı zamanda bu dünyadaki eksiklikleri göstererek, insanın ahirete, yani gerçek yurt olan cennete özlem duymasını da sağlamaktadır.

Bu dünyanın geçiciliği ve insanın belli bir hikmet üzerine yaşlılık dönemine ulaştırıldığı, aşağıdaki ayetle açıkça ifade edilir:

Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkca göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir. (Hac Suresi, 5)



Yaşlılıkla Gelen Fiziki Bozulmalar
Ne kadar zengin, ünlü ya da güçlü olursa olsun, hiçbir insan ileriki yaşlarda kendisini bekleyen ve aşağıda bahsedeceğimiz fiziki bozulmalardan kurtulamaz.

Deri insanın güzelliğinde en çok önem taşıyan faktörlerdendir. Yaklaşık bir milimetrelik bu doku kaldırıldığında estetik yönden hiç de hoş olmayan bir görüntü çıkar. Öyle ki oluşan manzaraya bakmak bile oldukça güçtür. Çünkü deri, koruyucu fonksiyonunun yanısıra düzgün ve pürüzsüz bir görünüm verdiği için estetik yönden çok önemli bir işlev üstlenmiştir. Bu durumda, "insanın övündüğü, çevresine gösteriş yaptığı özelliği, vücudunun her yerini kaplayan yaklaşık 2 kilogramlık deridir" diyebiliriz. Fakat ne hikmetlidir ki, yaşlılığın en fazla tahribat yaptığı yer de yine deridir.
Yaşlandıkça derinin esnekliği azalır, incelir ve alt tabakalardaki yapı, iskelesini oluşturan yapısal proteinler hassaslaşıp çöktüğü için sarkar. Yaşı biraz ilerlemiş herkesin korkuyla beklediği yüzdeki kırışıklıklar, çizgiler işte bu nedenle meydana gelir. Üst deride sürekli yağ katmanı oluşturacak ve doğal yumuşatıcı etkisi gösterecek bezlerin salgısının azalması dolayısıyla pullanma görülür. Aşırı pullanma ve dökülme sonucunda derinin geçirgenliği artar ve dış etkilerin deriden geçişi kolaylaşır. Buna bağlı olarak da yaşlılık kaşıntısı, tırnak yaraları, deride lekelenme, uykusuzluk vs. meydana gelir. Aynı şekilde alt deride de çok büyük bozukluklar oluşur. Deri dokularında yenilenme ve madde alışverişi mekanizmaları yaşlı insanlarda önemli ölçüde bozulmuştur. Bu nedenle ileri yaşlarda kötü huylu tümörlere sık rastlanır.

Kemiklerin sağlamlığı da insan bedeni için her yönden büyük önem taşımaktadır. Dik bir duruşu yakalamak genç biri için çok kolayken, yaşlılık döneminde bu, fiziksel açıdan pek mümkün değildir. İlerleyen yaşlarda omurilikte meydana gelen doğal eğilme nedeniyle kamburluk ortaya çıkar. Bu, gençlikte sahip olunan her türlü gösterişin bir kenara bırakılması anlamına gelir. Duruşuna bile hakim olamayacak hale gelen bir insanın, doğaldır ki diğer insanlara karşı büyüklük taslayacak hiçbir özelliği kalmayacaktır. Kendisi kabullenmek istemese de, acizliğini artık etrafındaki kimselerden gizleyemeyecektir.

Bu arada yaşlanan insanların sinir hücrelerinde yenilenme olmadığı için, tüm duyularda belli bir kayıp oluşur. Gözlerde yaşlanma ile birlikte, ışık şiddetine tepki olarak boyut değiştirme kabiliyeti azalır. Bu durum görme yeteneğini kısıtlar; renklerin canlılığı, cisimlerin şekli, konumları ve uzaklıkları bulanıklaşır. Çok önemli olan görüş keskinliği giderek azalır. Bu, yaşlılar için en zor alışılacak durumlardan biridir.

İnsanın yaşlılık döneminde fiziksel ve ruhsal açıdan pek çok kayba uğraması, şüphesiz üzerinde düşünülmesi gereken bir olaydır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah dileseydi insana bu eksikliklerin hiçbirini vermeyebilirdi; insan doğduktan sonra büyür, gelişir, hatta zamanla tüm organları, kabiliyetleri daha da kuvvetlenebilirdi. Dünya hayatında geçirdiği yıllar insanın sağlığına sağlık, gücüne güç katabilirdi. Alışılmadık bir model olmasına rağmen, hayatın insanı yıpratan değil, yenileyen, geliştiren bir özelliği olması pekala mümkün olabilirdi. Ne var ki Allah'ın bir hikmet üzerine insanlar için dileyip yarattığı sistem, yaşlanmaya, bozulmaya göre ayarlanmıştır. Dünya üzerindeki herşey gibi insan bedeni de bozulmaya mahkumdur.



Her geçen gün hızla yaşlanıp ölüme hazırlanan  insan bu dünyanın geçiciliğini ve kendisine faydası olmadığını bir kez daha anlamaktadır. Tüm bu acizliklerden anlaşılmaktadır ki, sonsuz hayat yanında bu dünya hayatının hiçbir kıymeti yoktur. Nitekim Allah, Kuran'da bu gerçeğe defalarca dikkat çekmiş, dünya hayatının geçici özelliklerle dolu olduğunu ayetleriyle haber vermiştir. İnsanlara bu durumu düşünmelerini ve gerekli öğüdü almalarını emretmiştir.

Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)

Buraya kadar anlatılanlardan gördüğümüz gibi, insan doğmakta, gelişerek belli bir yaşa ulaşmaktadır. Bu en güçlü çağında tüm bedeninin kendisine ait olduğuna da kesin kanaati gelmekte ve kendini tüm dünyanın odak noktası olarak görmektedir. Ancak bir süre sonra aniden gücü ve güzelliği, yaşlanmayla yok olmaya başlamakta ve kendisi de bu durum karşısında bir şey yapamamaktadır. Çünkü Allah dünya hayatını geçici bir yurt olarak hazırlamıştır. Ve insanı, gerçek yurt olan ahireti hatırlatacak, ona hazırlık yapmasını sağlayacak her türlü acizlikle birlikte yaratmıştır. Dolayısıyla bu, insanın düşünmesi gereken son derece özel bir durumdur.


"Güzel ahlaklı olanlar yaşlandıklarında da genç ve dinç olurlar. Hz. Peygamberimiz (sav)'in vefatında, çocukluğunun tazeliği ve güzelliği aynen duruyordu."

ADNAN OKTAR: ... Küfre düşenler, zulme gidenler Allah onlarda bir iç acısı meydana getirir ve ruhu vücuduna saldırmaya başlar ve buna dayanamıyor vücudu. Artık çökmeye başlıyor çünkü vücut zavallıdır. Ruh saldırdı mı ona gücü yetmez, vicdanı her yerden onu boğuyor. Mesela o güzelim gözü gidiyor bambaşka bir göze dönüşüyor, anlamsız ve matlaşıyor. O güzelim cildi bambaşka bir şekle giriyor. Saçları bozuluyor, vücudu bozuluyor. Onu gördükçe daha da çöküyor. Çöktükçe daha da üzülüyor yani ters bir gelişme oluyor onun açısından tevekkül etmediği için. Mesela Peygamber Efendimiz (sav)'in vefatı zamanında bile çocukluğundaki tazeliği ve güzelliği duruyordu ki bu onun bir mucizesidir. Hep masumdu Peygamberimiz (sav)'in yüzü, çocuk masumluğu vardı. Çocukluğundaki yüzü hiç bozulmadı Peygamberimiz (sav)'in. Bu bir mucizedir, peygamberlerde bu vardır Çocukluklarındaki masumlukları durur çünkü günahtan beriler. Çok efendi ve dürüst yaşıyorlar.

Peygamberimiz'in biliyorsunuz lakabı "Muhammed-ül emin"di. Kim diyor bunu biliyor musunuz? Ateistler, müşrikler Peygamberimiz (sav)'e "emin insan" diyorlar. Her konuda o hakemlik yapıyor, o kadar eminler. Bakın bir dinsizin veya bir ateistin bir Müslümana emin demesi çok muhteşem bir olay. Aslında düşmanlar ama güvenilir olduğunu biliyorlar, adı gibi eminler ve bir şey olduğunda Efendimiz (sav)'i hakem tayin ediyorlar.


İbret Verici Yaşlılık Örnekleri
Yaşlanmak, tek bir istisna bile olmadan herkes için geçerli ve kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak zengin, ünlü ya da çok güzel kişilerin yaşlanmaları, tüm zenginliklerini ve güzelliklerini kaybetmeleri ibret verici olması açısından insanları daha çok etkiler. Cahiliye ahlakını yaşayan birçok insanın özendiği, parası, ünü ya da güzelliğiyle tanınmış kişilerin yaşlılığı ve acizliği dünya hayatının kısalığını ve değersizliğini hatırlatan en önemli sembollerden biridir.

Bunun örneklerini çevremizde yüzlerce kez görmemiz mümkündür. Bir zamanlar fiziki güzelliği, gücü ile ün kazanan, çok zeki ve sağlıklı olarak tanınan insanları bir gün televizyonda ya da gazetede zihinsel ve fiziksel gücünü kaybetmiş olarak görebiliriz. Örneğin tüm dünyaca tanınan Madonna, John Travolta, Brad Pit, Angelina Jolie, Al Pacino, Mickey Rouke, Richard Gere, Jack Nicholsan, Cindy Crawford, Julia Roberts, Michael Douglas gibi ünlüler yıllar geçtikçe yaşlanmış, eski güzelliklerini ve zindeliklerini tamamen kaybetmişlerdir. Yine güzelliği dünya çapında ünlü olan Farrah Fawcett ile ünlü bir dansçı olan Patrick Swayze kanser olup tanınmayacak hale gelmiş ve hastalığın pençesinde yaşamlarını yitirmişlerdir. Yine gençlerin özenerek, örnek aldıkları Michael Jackson ve Amy Winehouse gibi ünlüler de hiç beklemedikleri bir anda ölmüş ve tüm servetlerini ve şöhretlerini geride bırakarak ahirete gitmişlerdir. Dünya çapında şöhret olan bu insanların herşeylerini geride bırakarak ölmeleri tüm insanlar için çok büyük bir ibret vesiledir. Allah dünya hayatının geçici olduğunu, insanların ne kadar zengin, güzel ve şöhretli olurlarsa olsunlar öldüklerinde, dünyadan tek bir taş parçası bile götüremeyeceklerini çok net bir şekilde göstermektedir.


İlerleyen sayfalarda dünya çapında ünlü olup yaşlandıktan sonra tanınmayacak hale gelen ya da genç yaşta hayatını kaybeden kişilerden örnekler vereceğiz. Göreceğiz ki; insan her ne kadar genç, ünlü ve güzel olursa olsun, mutlaka bir gün yaşlanacak ve daha sonra da ölüp Allah'ın huzuruna çıkacaktır.

İnsanın Ölümü
Her gün ölüme biraz daha yaklaştığınızın farkında mısınız? Ölümün size de diğer insanlara olduğu kadar, belki de daha yakın olduğunu biliyor musunuz?

"Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz" (Ankebut Suresi, 57) ayetinde bildirildiği gibi dünya üzerinde şu ana kadar yaşamış, şu anda yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan her insan istisnasız olarak ölümle karşılaşacaktır. Ancak bu kesin gerçeğe rağmen kimi insanlar her nedense kendilerini bu sondan oldukça uzak görebilmektedirler.

Dünyaya ilk kez gözlerini açan ve dünyaya gözlerini son kez yuman iki insan düşünün. Ne yeni doğan bebek doğumuna müdahale edebilmiştir ne de ölen kişi kendi ölümüne. Sadece Allah bu güce sahiptir; dilediği zaman yaratır, dilediği zaman geri alır. Bütün insanlar kendileri için belirlenen bir süreye kadar yaşayacaktır ve daha sonra ölecektir. Kuran'da bu gerçek şöyle bildirilmiştir:

De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)


Birçok insan ölümü düşünmek istemez, aynı zamanda günlük uğraşıları da insanı farklı konular üzerinde düşünmeye sevk eder. Hangi okulda okuyacağı, hangi işte çalışacağı, ne giyeceği ve ne yiyeceği daha önemlidir. Hayatın bunlardan ibaret olduğunu düşünür. Ölümden bahsedildiği zaman ise, "ağzını hayra aç, daha çok genciz" gibi anlamı olmayan ve ölümü engellemeye de gücü yetmeyen yüzeysel sözlerin arkasına saklanır. Kendisinin yaşlanınca öleceğini, en az 50-60 yıl daha yaşayacağını hesaplar; genç yaşında böyle "iç karartıcı" konularla meşgul olmak istemez. Halbuki bu son derece kibirli bir düşüncedir ve böylesine kendinden emin olan bu insanın bir saniye sonra yaşayabilme garantisi bile yoktur. Her gün gazetelerde, televizyon kanallarında çok genç yaşta aniden ölen insanların haberlerine, kendi yakınlarının ölümlerine tanık olmaktadır; ama bir gün kendi ölümüne de başkalarının tanıklık edeceğini, kendisini de böyle bir sonun beklediğini düşünmez.
Oysaki ölüm insana aniden geldiğinde, o an için dünyaya yönelik herşey, tüm beklentiler, umutlar, hesaplar sona erer. Şu anki halinizi, gözlerinizin açılıp kapanmasını, vücudunuzun hareket etmesini, konuşabilmenizi, gülebilmenizi, yani tüm hayati fonksiyonlarınızı düşünün. Sonra da ölümün akabinde ne hale geleceğinizi canlandırın gözünüzde... Hareketsiz bir şekilde, etrafınızda olup bitenleri anlamayıp öylece yatacaksınız. Bedeniniz başka insanlar tarafından taşınacak ve bir "et yığını" olarak kabul edileceksiniz. Tabutunuzun konacağı mezar kazılırken, siz gusülhanede görevli kişi tarafından yıkanacaksınız. Beyaz kefenle sizi saracaklar. Tahta tabuta konacaksınız. Camideki işlemler bittikten sonra mezara gidilecek, üzerinde isminizin, doğum ve ölüm tarihinizin yazıldığı bir taş olacak. Kefenle birlikte sizin için kazılan çukura atılacaksınız. Üzerinize tahta konacak, daha sonra da toprak. Toprak sizi iyice örttükten sonra işlem son bulmuş olacak.


Mezarınızı ziyaretler ilk zamanlar daha sık olmakla birlikte, sonraları yılda bir kez olacak, daha sonraları hiç olmayacak. Üstelik bu ziyaretlerden sizin haberiniz dahi olmayacak.

Yıllarca kullandığınız odanız, yatağınız boş kalacak. Cenazeniz kaldırıldıktan bir süre sonra da özel eşyalarınız ihtiyacı olanlara dağıtılmak üzere evinizden yollanacak. Yakınlarınız nüfus dairesine gidip sizin öldüğünüzü ve kaydınızın bu dünyadan silinmesini söyleyecekler. İlk zamanlar belki hatırlanacaksınız, arkanızdan ağlayan birkaç kişi olacak. Ancak zamanın unutturucu etkisi ileriki yıllarda gittikçe ağır basacak. Birkaç on yıl sonra ise "koca bir ömür" sürdüğünüz dünyada sizi hatırlayan pek kimse kalmayacak. Ama bununla birlikte, öldükten sonra arkanızda bıraktığınız tüm aileniz ve tanıdıklarınız da yavaş yavaş bu dünya hayatından ayrılacağı için, hatırlanıp hatırlanmamak da pek bir şey ifade etmeyecek.

Dünyada bunlar olup biterken, toprağın altındaki bedeniniz ise, hızlı bir parçalanma sürecine girecek. Toprağa konmanızdan hemen sonra böcekler ve bakteriler harekete geçecek. Karında toplanan gazlar cesedi şişirecek ve bu şişlik vücudun her tarafına yayılarak, bedeni tanınmaz hale getirecek. Bundan sonra gazın diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağzınızdan ve burnunuzdan kanlı köpükler gelmeye başlayacak. Çürüme ilerledikçe kıllar, tırnaklar, avuç içleri ve tabanlar yerlerinden ayrılacak. Bu dış değişmeyle beraber, iç oganlarda da çürüme başlayacak. En korkunç olay ise bu noktada gerçekleşecek; karın bölgesinde toplanan gazlar deriyi zayıf noktasından patlatacak ve bedenden tahammül edilemeyecek derecede pis kokular yayılacak. Bu süre içinde kafanızdan başlamak üzere, adaleler de yerlerinden ayrılacak. Cilt ve yumuşak kısımlar tamamen dökülecek ve iskelet gözükmeye başlayacak. Beyin tamamen çürüyecek ve kil görünümünü alacak, kemikler bağlantılarından ayrılacak ve iskelet dağılmaya başlayacak… Bu olay, cesediniz bir toprak ve kemik yığını haline gelene kadar böylece devam edecek.


Artık ölmeden önceki yaşamın bir saniyesine bile geri dönme imkanı olmayacak. Aileyle görüşme, arkadaşlarla buluşup eğlenme, en yüksek mevkiye gelme imkanı da kalmayacak ve beden mezarda çürüyerek iskelet haline gelecek.

Kısacası kendisiyle özdeşleştiğiniz, "ben" sandığınız beden, oldukça iğrenç bir sonla yok olup gidecek. Siz, yani gerçekte bir ruh olan siz, bu bedeni çoktan terk etmiş olacaksınız, geride kalan beden ise, oldukça çarpıcı bir biçimde yok olacak.
Peki tüm bunların sebebi nedir?..

Allah dileseydi, insan vücudunu öldükten sonra bu hale getirmeyebilirdi. Ancak insan bedeninin toprağın içinde böylesine dehşetli bir şekilde parçalanmasının çok büyük bir hikmeti vardır. Bu hikmeti anlamak için de insanın ölümle birlikte karşılaşacaklarını düşünmesi gerekir.

Öncelikle insan, kendisinin aslında bir et yığını olan vücudundan ibaret olmadığını, bedeninin yalnızca kendisine giydirilmiş geçici bir kılıf olduğunu, bu korkunç sonu görerek anlamalı, bedenin ötesinde bir varlığı olduğunu hissetmelidir. Dahası insan, bedeninin ölümüne bakmalı, bu geçici dünyada adeta sonsuza kadar kalacakmış gibi sahiplendiği ve bütün arzularına boyun eğdiği bedeninin akıbeti hakkında düşünmelidir. O beden bir gün mutlaka toprağın altında çürüyecek, kurtlanacak ve iskelete dönüşecektir. Ve o gün belki de çok uzak değil, bir salise, bir adım ötededir…
Anlatılan tüm bu gerçeklere rağmen, insan ruhunda sevilmeyen, istenmeyen şeyleri düşünmemek, yok kabul etmek gibi bir eğilim vardır. Bu durum özellikle ölüm söz konusu olunca iyice belirginleşir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, ölüm ancak bir tanıdık kaybedildiğinde ya da birinin ölüm yıl dönümünde hatırlanır. Hemen hemen herkes ölümü kendisine uzak görür. Sanki yolda yürürken, yatakta yatarken ölenlerin kendinden farklı bir durumu mu vardır? Yoksa o "daha gençtir" de "uzun yıllar" yaşayacak mıdır? Ne var ki evinden okula gitmek için yola çıkıp ya da önemli bir toplantıya yetişmeye çalışırken trafik kazası geçiren kişi, hiç tahmin etmediği bir zamanda beklemediği bir hastalıkla ölen biri de ölmeden önce aynı düşünceyi taşıyor olabilir. Bu insanlar bir gün önce yaşarlarken, ertesi günün gazetelerinde herkesin onların ölüm haberlerini okuyacaklarını büyük bir olasılıkla akıllarına bile getirmemişlerdir.

Gariptir ki siz de bu satırları okuduktan sonra çok kısa bir süre sonra ölebileceğinize ihtimal vermeyebilirsiniz. Daha yapılacak, bitirilecek işlerinizin olması belki de ölümün sizin için "henüz erken ve zamansız olduğunu" düşündürüyordur. Oysa bu bir aldanma ve kaçıştır, üstelik Allah bu kaçışın fayda vermeyeceğini de bize bildirmiştir:

De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında metalanıp yararlandırılmazsınız." (Ahzab Suresi, 16)

İnsan bilmelidir ki bu dünyaya "yalın" bir şekilde gelmiştir ve yine "yalın" bir şekilde gidecektir. Ama doğduktan hemen sonra, ihtiyaçlarını gidermek için kendine sunulan nimetleri cahilce sıkı sıkıya sahiplenir; onları elde tutmayı hayatının en önemli amacı haline getirir. Oysa hiç kimse malını, mülkünü ya da sahip olduğu diğer şeyleri öldükten sonra yanına alamaz. Sonuçta beden, birkaç metrelik beyaz beze sarılıp defnedilir. İnsan, bu kısa dünyaya "yalın" gelir ve "yalın" gider.
Kendisiyle birlikte ahirete varan tek şey, Allah'a olan inancı ya da inançsızlığıdır.




"Her insan ölümlüdür. Kapkaranlık toprağın altında en azametli insan bile toz, toprağa dönüşecek."

ADNAN OKTAR: ... Dış görünüme göre değerlendirme çok yaygın. Mesela zengin görünümlü bir insana karşı, sevgi ve saygı daha yoğun olabiliyor ama fakirlere karşı sevgi ve saygı daha düşük oluyor. Ben bunu her yerde görüyorum ve çok acı bir olay. Bakar bakmaz kıyafetine, tavrına göre bir muamele oluyor. Bu yakışık alacak bir şey değil. Halbuki her insan ölümlüdür. En gösterişli dediğimiz insanı düşünelim, mesela genç kızlar aslan gibi, son derece güzel, gösterişliler ama onun 70 yıl sonrasını düşünüyorum. Mezarda upuzun, yatıyor olacak.

Kafatası, kemikler simsiyah karanlık toprağın altında ama zifiri karanlık toprağın altında yatacak kemik olarak. Nerede o daha önceki lüks çantalar, lüks kıyafetler, makyaj malzemeleri, o şen kahkahaları, değil mi? O azametli yürüyüşü, o enaniyeti? Kafasını dikerek yürümesi, hiç ölmeyecekmiş gibi davranması ama bakıyoruz mezarın altında ve milim kıpırdayamıyor. Çıt yok. Sessizlik var tam anlamıyla mutlak sessizlik; sıfır görüntü var simsiyah karanlığın altında. Marka çantalar, parfümler yok. Ne parfüm götürebiliyor mezarın altına, ne bir yatın üzerinde güneş gözlüğüyle başkalarına hava atabiliyor, ne azamet yapabiliyor, ne sigara içebiliyor yerin altında. Hiçbir şey yapamıyor. Bu ne kadar süre içinde oluyor? Çok kısa süre içerisinde oluyor.
Ben televizyonu açıyorum, mankenleri gösteriyor, onların geliş gidişlerini gösteriyor, kimi zaman geçmişin ünlü kadınlarını mesela Mussolini döneminin İtalyan kadınlarını gösteriyor, şık ve güzel gösterişli kadınlar.

Ama şimdi hepsi mezarın altında, hiç kıpırmadan şu an duruyorlar tamamı. O devirde biz onlara bu konuyu anlatmış olsak muhtemelen "Daha durun bakalım, sen neden bahsediyorsun? Daha çok vakit var" derlerdi. Oysa bakın, bir anda bitmiş herşey, üzerinden nesil geçmiş. Orada onları filme alan kişi de yok artık veya eski konuşmalar var kayıtlarda mesela şen kahkahaları var, teybe alınmış. Hiçbiri yok ortada şu an. Allah; "Fısıltılarını duyuyor musun?" diyor (Meryem Suresi, 98). Hatta "Üstlerinden geçiyorsun" diyor.

Bir genç kız düşünelim, hiç ortada yokken küçücük bir spermden oluşuyor, bunu düşünmesi lazım. Koskoca bir insan haline geliyor. Saçına bakıyor havaya giriyor, gözüne bakıyor havaya giriyor, koluna bacağına bakıyor havaya giriyor. "Bunu kim yarattı?" diye düşünmüyor. Halbuki aczini düşünmesi lazım. Cildinin 1 milim altı kıpkırmızı kan. En güzel genç kızın derisini bir kaldırsan bütün insanlar kaçar. Kimse bakmaya tahammül edemez çünkü kasları ve yağları göründüğünde kaçacak delik ararlar. 1 milim, birkaç metre kare deri o çirkinliği kapatıyor.  Biraz daha içine girdiğimizde kan görüyoruz, biraz daha, et görüyoruz, kemik görüyoruz, bağırsağı var, karaciğeri var, dalağı var. Bu kadar havayı nereye atıyorsun sen o zaman?

İşte insandaki bu azamet ve bu enaniyet, büyüklük hissi mucizedir. Akılcı düşündüğünde böyle bir şeyi yapması mümkün değil, yapamaması lazım. Her gün aczini görüyor, sabah kalktığından itibaren aczini görüyor, zavallılığını görüyor. Perişanlığını görüyor. Sürekli bakım yapıyor ondan sonra dışarıya çıkabilecek hale gelebiliyor. Buna rağmen akıl almaz bir azamet gösteriyor. Bu kadar aczine rağmen, bu kadar büyüklük ve azamet hissi olması mucizedir. Azgınlaşıp, hırsa kapılıp, hatta bu hırsla insanları öldürmeye kalkması, hırsızlık yapması, soygun yapması, bağırıp çağırması, insanları dolandırmaya kalkması bunlar hep mucizedir. (Adnan Oktar'ın 12 Mayıs 2010 tarihli röportajından)



İman eden insanın ölümü ile inkar eden insanın ölümü bir mi olacak?
Çevrenizde her gün gördüğünüz insanlar, aileniz, komşularınız, iş arkadaşlarınız bir gün gelecek mutlaka ölecekler ve öldükleri anda da ölüm melekleriyle karşılaşacaklar. Onlardan kimi yatağında yatarken, kimi trafikte giderken, kimi sınava yetişmek için sınıfa girerken ölümle birlikte aniden karşılarına çıkan ölüm meleklerini görecekler. Onlar melekleri görürken çevrelerinde bulunan hiçbir insan melekleri göremeyecek, sadece ölen kişi bu gerçeği çok keskin ve net bir şekilde görecek. Bu insanlar öldükleri anda çok değer verdikleri bedenlerini dünyada bırakacak ve ölüm meleklerine teslim olacaklardır. Kuran'a göre iman eden bir insan ve inkar eden bir insanın ölüm anı birbirinden çok farklı olacaktır.

İman eden kişinin canı Allah'ın görevlendirdiği melekler tarafından çok kolaylıkla alınacak, ölen kişi melekler tarafından cennetle müjdelenecektir. Kitabı sağ yanından verilecek, Allah'ın huzurunda güvenle duracak ve hayatı boyunca yaptığı salih amellerle Allah'ı razı ettiğini, cennetle ödüllendirileceğini anlayacaktır.

Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32) 

O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. "Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir." İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Hadid Suresi, 12)

İnkar eden kişi ise hayatına devam edip nefsini eğlendirirken ya da dalmış sokakta yürürken, arkadaşıyla bir tartışmaya tutuşmuşken ya da evde yatmaya hazırlanırken aniden ölüm melekleriyle karşılaşacaktır. Ve karşılaştığı anda da kendisi için çok zorlu bir sorgulamanın başlayacağını kavrayacaktır. Kuran'da ölüm meleklerinin, inkar edenlerin canlarını sırtlarına vura vura aldıkları bildirilir. Ölen kişi yapayalnız Allah'ın huzuruna getirilir. Tüm dünya hayatı boyunca Allah'ın rızasından yüz çevirmenin ve şeytana uymanın, nefsinin peşinden sürüklenmenin pişmanlığı içindedir. Sonuç olarak inkar eden kişinin canı ölüm melekleri tarafından çok korkunç bir şekilde, bağırta bağırta, çok acı çektirilerek alınır. 

Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? (Muhammed Suresi, 27)

Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen... (En'am Suresi, 93) 

Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkâr edenlerin canlarını alırken görmelisin. (Enfal Suresi, 50)

Dünyada milyarlarca yaşayan ölü olduğunun farkında mısınız?
Kuran'da Allah iki insan tipinden bahseder. Biri Allah'ın varlığını fark edebilen, inançlı, yaşarken Allah'ın ayetlerini görebilen, ahiretin varlığını bilen ve hayatını ona göre düzenleyen insandır. Bu kişinin şuuru tamamen açıktır. Olayların Allah'ın kontrolünde olduğunu hisseder. Her olayın kendisi için bir imtihan olduğunu ve özel olarak yaratıldığını bilir. Her şeyden önemlisi dış alemde var olan dünyanın aslında beyninde yaratıldığının ve Allah'ın kendisini her an denediğinin bilincindedir. Olayların hepsinin Allah tarafından bilinçli ve bir hikmet üzerine yaratıldığını bilir.

Şuuru açık olan imanlı bir insan olayların arkasındaki hikmetleri hemen anlar. Mesela işe giderken yolda bir kaza ve ölü gördüğünde o insanın kaderinde belirlenen vaktinin geldiğini ve Allah'ın canını aldığını düşünür. O kişinin sonsuza kadar sürecek ahiret hayatının başladığını ve Allah'ın huzurunda hesap verdiğini bilir. İmanlı bir insan her baktığı yerde Allah'ın ayetlerini ve tecellilerini görür. Kalbi de imanından dolayı yumuşaktır. Kendisine Allah'ın bir ayeti hatırlatıldığında hemen harekete geçer, ayetlerden etkilenir ve ahlakını güzelleştirir, hatalarını düzeltir. İşte bu da o kişinin gerçek anlamda duyduğunu ve hissettiğini bize gösterir. İnsan ancak kendisine iman verildiği anda gerçekten gören, duyan ve hisseden birine yani yaşayan bir ölüden gerçek anlamda yaşayan bir insana dönüşür. 

Kuran'da bahsedilen diğer insan tipi ise imansız, Allah'tan habersiz, sadece dünyayı yaşayanlardır. Bu insan dünya hayatına ve onun karmaşasına dalıp gider. Hızla ahirete yaklaştığını fark edemez. Gerçek hayatın asıl ölümden sonra başladığını ve sonsuz bir hayat olduğunu hiç düşünmez. Allah'ın ayetlerini bilmediği için bunları göremez. Allah'ın kendisini sürekli olarak denediğini, imtihan ettiğini bilmez. Olayları hep kendince nedenlere göre değerlendirir. "Eğer evden biraz geç çıksaydım kaza geçirmeyecekti, eğer yavaş gitseydi ölmeyecekti" gibi anlamı olmayan çıkarımlarda bulunur. Herkesin kaderini yaşadığını ve hayatlarının bir saniyesini bile değiştiremeyeceklerini bilmez. Yolda kaza gördüğünde yerde yatan cansız bedene ilk anda dehşetle bakar, kazanın nasıl olduğunu araştırır ama kaderi ve ahireti hiç düşünmez. Çok kısa bir süre sonra da unutur gider. Dünya işlerine dalıp oyalanır ve Allah'ı tamamen unutur.

Bu mantıktaki bir insana Kuran ayeti söylesen kalbinde hiçbir etki oluşmaz, adeta duymamış gibi hayatına devam eder. Allah'ın varlığını anlatsan, yarattığı mükemmel canlıları göstersen bunları da doğal karşılar. Heyecanlanıyor gibi görünse de aslında iman etmez. İşte bu o kişinin gerçek anlamda duymadığını, görmediğini ve hissetmediğini gösterir. Kalbinde bir heyecan oluşmaması, kişinin Allah'a iman etmemesi kalbinin de kaskatı olduğunu gösterir. İşte karşımızda görür, işitir ve hisseder gibi duran ama aslında duymayan, görmeyen ve hissetmeyen bir insan vardır. Bu insan her ne kadar yaşıyor gibi gözükse de aslında tam anlamıyla ölüdür. Kuran'da Allah yeryüzünde yaşayan milyarlarca ölüden bahseder. 

Dünyada gerçek anlamda yaşayanlar, ruh taşıyan yani iman etmiş olan insanlardır. Diğer çevrenizde gördüğünüz birçok insanın gerçek anlamda ruhu yoktur. Ruhları olmadığı için göremez, duyamaz ve hissedemezler. Dışarıdan baktığınızda yaşadıklarını zannederek yanılırsınız ama aslında bu kişiler ölüdür. Kuran'da bildirilen bu gerçeği her insanın bilmesi ve üzerinde düşünmesi gerekir. Bu gerçeği fark eden insan, eğer ruhu varsa hemen doğru yolu bulmaya çalışacaktır. Allah'ın varlığını hissedecek, Kuran ayetleri ruhunda etki uyandırıp, iman edecektir. İnsan ancak iman ederse dirilir, aksi takdirde yaşayan bir ölü olmaktan asla kurtulamaz. İman etmeyen insanlar da asıl öldüklerinde canlanacak ve karşılarında tüm gerçekliğiyle duran Allah'ın varlığını ve sonsuz hayatı göreceklerdir. Allah yaşıyor gibi görünen ama ruhu olmayan insanların varlığını bize Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. (Neml Suresi, 80) 

Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin. (Fatır Suresi, 22) 

İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171) 

Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir... (En'am Suresi, 104) 
Ve sana bakacak olanlar vardır. Ama kör olanları -üstelik basiretleri de yoksa- sen mi doğru yola ulaştıracaksın? (Yunus Suresi, 43) 

Bu iki grubun örneği; kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu? Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 24) 

Kim bunda (dünyada) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha 'şaşkın bir sapıktır.' (İsra Suresi, 72) 
Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır. (Furkan Suresi, 73) 

Ahirete inanmayanlara gelince; Biz onlara kendi yaptıklarını süslemişiz, böylece onlar, 'körlük içinde şaşkınca dolaşırlar'. (Neml Suresi, 4) 

Öyleyse sağır olanlara sen mi dinleteceksin veya kör olan ve açıkça bir sapıklık içinde bulunanı hidayete erdireceksin? (Zuhruf Suresi, 40)
"İman edenlerin ve inkar edenlerin cennet ve cehenneme alınışları"

ADNAN OKTAR: ... İman eden bir insanı ölüm anından itibaren hiçbir rahatsız edecek olay yoktur. Sürekli keyif ve zevk içindedir. Bir kere canı alınırken çok nezaketli ve sevgi dolu bir üslupla alınır. İltifatlarla, hürmetle, aşkla alınır. Heyetle gelirler, sevgiyle alıp götürürler, aksi birşey olmaz. Cehennemin yanına götürürlerken de aynı şekilde. Herkes gidecektir cehennem arazisine, yanlarında sürücüleri ile birlikte. Araziyi, ortamı bilmedikleri için "önlerinde bir ışık vardır aydınlatan" diyor Allah, "ve sağlarında da bir ışık vardır" diyor. Bizim aklımıza lamba gibi bir şey gelir, ama değil. Biz onu ahirette anlarız, sürücü deyince biz araba gibi bir şey düşünürüz, o da değil, ilk defa görmüş olacağız, anlayacağız. Bizim bildiğimiz şeyler değil. Arazi deyince de, biz böyle düz arazi zannederiz. Öyle de değil, bambaşka bir şey, orada anlayacağız ne olduğunu. Onun için biz sadece iman ediyoruz şu an ne olduğuna. Görünce tam kanaatimiz gelecek, çünkü ilk uyandıklarında da insanlar anlamıyorlar ahirette.

Kalkıyorlar, "Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?" diyorlar, şaşırıyorlar. Bir uykudan uyandıkları kanaatindeler, anlayamıyorlar. Sonra belirli bir noktadan birisi onları çağırıyor, uzak bir noktadan. Oraya doğru topluca gidiyorlar. Oraya gelince olayı anlıyorlar. "Eyvah, din günü buymuş, öldük, dirildik" diyorlar yani orada anlıyorlar. Fakat orada bile yine anlamıyor birçoğu. Uyandığını, baygın veya komada olduğunu ve bir araziye bırakıldıklarını zannediyorlar. Bir şeye bırakıldıklarını zannediyorlar, yine fark edemiyorlar. "Eyvahlar bize, bu din günü, kastedilen buydu" diyorlar. Ondan sonra olay başlıyor işte.

Müminleri Allah ayırıyor, onlar ayrı, inkarcılar ayrıdır. Cehennem kapısı deyince, tabii insanın aklına çelik kapılar gelir, öyle değil, onu da orada insanlar görecekler. Mesela cennet kapısı deyince de, yine bizim aklımıza süslü bir kapı gelir. Bahçe kapısı gibi, öyle bir şey değil, hepsini orada göreceğiz. Çünkü Allah, "yepyeni bir yaratılışla yarattık" diyor. Bütün fizik kanunları değişiyor, kimya kanunları değişiyor, hepsi değişik. İlk defa göreceğimiz bir boyut, yeni bir hayat şekli. Onun için ne kadar düşünürsek düşünelim, biz bunu bilemeyiz.

Ayette Allah, "Hiçbir göz görmedi, hiçbir nefis tatmadı" diyor bakın. O zaman biz nasıl bilelim? Bileceğimiz gibi bir şey değil ama gördüğümüzde çabuk adapte olacağız. Çünkü bizim yanımızda tanıtıcılar var, bizim mihmandarlarımız olacak, eğer mümin olarak gidersek inşaAllah. Çok kolaydır Müslümanlık. Dolayısıyla müslümanın o anlamda cehennemden korkacağı bir şey yoktur. Biz Allah'tan korkarız, cehennemden korkarız ama biz cenneti umut ediyoruz. Allah'a sığınacağız. O cehennem korkusu bizi açar, Allah aşkını artırır, inşaAllah...  (Sayın Adnan Oktar'ın 14 Mayıs 2010 tarihli Kocaeli TV röportajından)


"İman edenlerin cennete kabul edilişlerindeki sevinçleri"

ADNAN OKTAR: Müminler ve ehli küfür ikisi de cehennemin kenarına yani cehennemin arazisine getirileceklerdir. Müslümanların, önlerinde bir ışık sağlarında bir ışık olacaktır ki bu, cennete girecekler anlamındadır. Ayette Allah, "Kuvvetle umarlar" diyor cennete girmeyi. Allah vaat etmiş. Işık varsa, önde ve yan tarafta bu müminlik alametidir.

Müminler oradan topluca, önünde ve sağ tarafında ışığı olan müminlerin hepsi alınıp götürülüyorlar cennete. Ehli küfür, Allah'a isyan edenlerse diz üstü o arazide bırakılıyorlar. Orada o ayrılık acısını hissettirmek ve müslümanlara da kurtuluş sevincini hissettirmek için Allah'ın yaptığı bir süstür bu, bir güzelliktir, o heyecanı yaşatmak için. Çünkü Allah tekdüzelik yaratmıyor, hep süs yaratır Allah, bir hareketlilik yaratır, bir güzellik yaratır. Müminler, cennet kapılarından girdikten sonra cennetin kapıları kapatılıyor. Büyük bir heyecan ve sevinç içinde oluyor tabii müminler. Artık sonsuzluğa kilitleneceklerdir ve sonsuza kadar cennetten çıkmak yoktur. Elhamdülillah, orada büyük bir sevinç, heyecan ve coşku içerisinde dünyada yaptıklarını birbirlerine anlatacaklar... (Adnan Oktar'ın Tempo TV'deki Röportajından, 13 Ocak 2009)

ADNAN OKTAR: Müminler oraya giderken üstlerinde güzel bir nurdan kıyafetleri olacak yani çıplak olmayacaklar fakat küfür ve dalalet tamamen çıplak, tozlu, kirli ve çirkin halde, insanların tiksineceği şekilde haşredilecekler. Müminler yüzlerindeki nurdan anlaşılacak.

Onları götürecek ruhani bir varlıktan bahsediyor Allah. Yanlarında sürücülerle gidecekler diyor. Bu müminler için bir güvenlik ve rahatlık olacak. Mümin hiçbir yerde zaten korkmayacak, rahatsız olmayacak, tedirgin olmayacak. O toplanma alanına geldiklerinde hepsi cehennemin arazisine getirilecekler, tamamı.. Müminler de özellikle getiriliyor ki oradan çıktıklarında cennetin kıymetini daha iyi bilsinler diye. Sonsuza kadar tadını, kıymetini bilsin. Bir de Allah'ın vaat ettiğinin ne olduğunu görmeleri de çok önemli. Çünkü cehennemden bahsediyor ama insanlar bilmemiş olacaklar. Allah o yüzden onlara cehennemi gösterecek, müminlerin hepsine gösterecek. (Adnan Oktar'ın Tempo TV'deki Röportajından, 24 Şubat 2009)

"Allah cennette çeşitli güzellikler yaratacaktır."


ADNAN OKTAR: Allah nasip ederse ahirette gittiğimizde, cennete gittiğimizde son olarak hükmen, usulen, güzellik olsun diye Allah sorgulama yapıyor. Yoksa Allah bizi cennette yaratıyor, mümin isek cennetteyiz. Küfür de zaten cehennemde ama Allah orayı süslemiş, önce bir araziye geliyoruz, düz araziye, cehennemin arazisine geliniyor, orada bir sorgulama var müminlere. Cenab-ı Allah mesela "Bu insanın durumu nedir?" diyor, Peygamberimiz (sav) diyor ki, "Ya Rabbi ben ona şahidim, o çok güzel ahlaklı bir insan diyor. Ben onu gördüm, benim yanımda yaşadı" diyor. Ayette dikkat ederseniz, "şahit ve müjdeci olarak" diyor. Şahit ve müjdeci. "Ben gördüm" diyor "Bizzat bu insana ben kefilim iyi bir insan" diyor. Cenab-ı Allah "Ben de biliyorum" diyor ve cennetine alıyor. Güzellik olsun, heyecan olsun.

Sevinç ve heyecanla cennete içeri girmiş oluyor. Mehdi de öyledir. Mesela Mehdi diyecek. "Ya Rabbi buna şahidim, ben bunu gördüm. Bu kişi yanımdaydı, ama bu münafık ve alçaktı. Bu ahlaksızlık yapmıştı. Bunu gördüm, ama bu muttaki ve temiz bir insandı. Güzel bir insandı, çile ehliydi. Bu benim arkadaşımdı, dostumdu" diyecek. Onlara sınırlı miktarda bir şahitlik yapma ve onların lehinde konuşma hakkı veriyor Cenab-ı Allah, güzellik olsun diye onları cennette de sevmelerine vesiledir bu. Münafıklar da onun acısını çeksinler diye böyle oluyor inşaAllah. (Sayın Adnan Oktar'ın Kanal-35'deki Röportajından, 7 Mart 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder